“Adını dağlara, taşlara ve kalplere yazmayı başardık ama Devlet olmanın gerekliliklerini yerine getiremedik. Tam bir “kabile mantığı ile yönettik ve yönetildik”.

Yıllardan beri bizleri yöneten Hükümetlerdeki tüm Siyasiler, kişisel beceriksizliklerini, plansızlıklarını ve başarısızlıklarını hep ayni nedenlere bağladılar. “AMBARGOLAR” ve “ÇÖZÜMSÜZLÜK”… Her çöküşte, her bitişte sırtını Türkiye’ye dayayan KKTC, yardım eden Türkiye’yi bile pek çok kez suçladı. Suçladı da ne oldu, insanlar inandı mı? Özellikle son yıllarda Hükümetlerin ortak ifadesi olarak kullanılan “Türkiye istedi biz yaptık, yoksa biz yapmayacaktık” şeklindeki açıklamalar, yürekten birbirine bağlı Anadolu insanı ile Kıbrıs Türkünü zaman zaman karşı karşıya da getirdi. Peki sonuç? Kendi hatalarımızı hep başkalarına mâl ettik…

Yürütmenin yeterli inisiyatif kullanamadığı, otoriteden söz etmenin mümkün olmadığı hatta Meclisin dahi açılamadığı bu günlerde ada tam bir yangın yerine dönmüş durumda. Benzinciler grevde… Kamu çalışanları tedirgin… Şimdilerde Lefkoşa Belediyesi’ndeki sorunlar için tek suçlu Cemal Bulutoğluları gösteriliyor. Bu yüksek borçlanmada ona izin veren Hükümet ortada yok!!! Bir yağmur yağıyor Sanayi Bölgesini 100. kez su basıyor…Güzelyurt’taki sel mağdurlarının zarar ziyanları 2 yıldır ödenmemiş. Her tarafta grevler, isyanlar, bölünme, parçalanma v.b. Sanırım dışarıdan bir güç tüm bunları planlı bir şekilde yapmak istese, bizi yöneten Siyasiler kadar başarılı olamazdı. Şimdi suçlu kim? Hadi bakalım şimdi de uydurun; suçlu Türkiye, suçlu Ambargolar, suçlu Dünya, suçlu Ahmet, suçlu Mehmet…….. Bir suçlu var ise o da BİZİZ. Kendi çıkarlarını toplumun önüne koyan siyasileri seçen bizler, onlardan nemalanabilmek için var gücümüzle gözü kapalı onları destekleyen bizler.Bizim işimiz olsun da gerisini eşek tepsin felsefesi ile 1974 sonrasında 38 senede bu ülkeyi var edemeden BATIRDIK. Suçlu bizleriz yani toplumdaki her bir BİREY.

Eminim bu yazıyı okuyan hiçbir kimse kendinde suç bulmuyordur ama mutlaka suçlayacak birini biliyordur. Demek ki hep çuvaldızı başkasına batırıyoruz biz. 38 yıllık süreç içerisinde sıfırdan bir Devlet dahi kuramadık. Adını dağlara, taşlara ve kalplere yazmayı başardık ama Devlet olmanın gerekliliklerini yerine getiremedik. Tam bir “kabile mantığı ile yönettik ve yönetildik”.

Bu ülkede yapılması gereken o kadar çok şey var ki. Uzlaşıdan uzak, bölünmüş bir toplum oldu Kıbrıs Türkü. 1974 öncesinde yaşamak zorunda kaldığı kantonlarda dahi bu kadar parçalanma, sefalet ve belirsizlik yaşamamıştır bu Halk… Sanırım o karanlık günlerde dahi halkın bir umudu vardı. Şimdilerde o umut da tükenmiş görünüyor. Kıbrıs Türkünün üzerine örtülen bu ölü toprağından kurtulması ve yeniden ayağa kalması gerekiyor.

Yazmaya başladığım ilk günden beri hep savunduğum bir gerçek var. O da, “doğru ve kapsamlı bir planlamanın, halkın tüm kesimlerince desteklenmesi durumunda bu Devletinkendi ayakları üzerinde durabileceği”dir. Birçok kişiye hayal gelen bu söylemim her ne kadar radikal kararların uygulanmaya konması ile gerçekleşebilecek olsa da, bugün bu radikal kararları alamaz isek yarınlarda bu ülkeden göç etmek zorunda kalabileceğimizi asla unutmamalıyız.

Mevcut siyasi sistemdeki yozlaşma, şeffaflıktan uzak bir yapının doğmasının temel nedenidir. Şeffaf olmayan bir idare kendi yandaşlarını ve partizanlarını var etmek için çabalar. Bu çabalar sonucunda halkın kaynaklarını kişisel menfaatleri için kendi yararlarına tüketen Siyasiler, asla yargılanmayacaklarını ve suçlanmayacaklarını bildiklerinden mevcut çarpık düzeniKENDİ ÇIKARLARINI SÜRDÜREBİLMEK İÇİN KORUMAYA ÇALIŞMAKTADIRLAR. 1974 den beri bu ülkede yaşanan ve yaşanmakta olan yolsuzlukların, adaletsizliklerin, korumacılıkların, avantacılığın, adam kayırmacılığın, yersiz zenginliklerin, Kamu Şirketlerindeki ve Yerel Yönetimlerdeki İflasların, T.C’den gönderilen kaynakların savurganlıklarının hesabını kim sordu ki kim soracak?

Demek ki içerisinde yaşadığımız ve her geçen gün daha da kötüye giden bu ülkede başımıza gelenlersürpriz değil. “Herkes ektiğini biçer” sözündeki doğruluktan hareket ile bu sistemi bizlerin yaratığınıve her dönemin Hükümetlerinin de bu sistemi kendi çıkarları doğrultusunda kullanabilmek için koruduğunu unutmamalıyız. Ama şimdi geliyoruz artık yolun sonuna. Peki, nasıl yapmalı, nerden başlamalı?

Benim şahsi fikrim şudur ki, başta Siyasi yapımızı değiştirmeliyiz. Ardından Hukuk sistemimizi.Ve ekonomiye el atabilmek için tüm yapının çökmesi gerek çünkü üzerine tek bir taş konacak temelimiz bile yok!!! Kendi kendimize yaratmış olduğumuz bu Lale Devri artık sona ermeli. Bal tutanın parmağını yaladığı değil, bal kavanozunu halka eşit dağıtan yönetimler kurmalıyız.

Kendimiz ettik kendimiz bulduk. Kimseyi suçlayacak durumda değiliz artık. Kendi topraklarımızda, kendi Devletimizde, kendi kararlarımız ile kendi doğrularımızı bulmalıyız. Rotasız ve pusulasız sürüklenen bir gemiden daha kötü durumdayız. Karaya vurduk ve su alıyoruz. Ya bu gemiyi terk edeceğiz ya da bu gemiyi kızaklar üstüne alıp yeniden yüzdüreceğiz.Sakın unutmayın, bu gemi battığında, bugüne kadar kaptan köşkünde oturmuş tüm Kaptanlar çoktan gitmiş olacaktır…

Kategori
Etiketler

Henüz mesaj yok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Kategoriler
Arşivler