Bugüne kadar ağırlıklı olarak ekonomi üzerine birçok yazılar yazdım, programlar yaptım görüşler verdim. Ancak son zamanlarda ülkemizde yaşanan süreçler ve ülke içi yaşanan sıkıntıları kendi özelimde ve kendi ifade şeklim ile sizlere aktarmak istiyorum…

İlk olarak çözüm süreci…

1974 sonrası adanın kuzeyinde öncelikli olarak “Türk toplumunun güvenliği” dikkate alınarak adada iki ayrı toplum, belirli sınırların olduğu ve “özgürce” yaşayabileceği bir yapı oluşturuldu. Adanın kuzeyindeki yapının uluslararası arenada tanınıp-tanınmaması o günlerde pek de birinin umurunda değildi çünkü aslolan “güvenlik“ti… Daha açık bir ifade ile ölmemek, öldürülmemek ve özgürce yaşamak birinci önceliğimizdi…

Ben 1978’de doğdum… Doğduğum gün dahi bu topraklarda bir “çözüm” arayışı hep vardı. Barış demiyorum; çünkü barış iki toplumlu yaşam şekli ile sağlanmıştı. Aslolan çözümdü… Çözüm de dünyanın tecrit ettiği Kuzey için gerekliydi…Yıllar içerisinde birçok görüşme, girişim ve denemeler oldu. Şu an hayatta olan/olmayan tüm Türk siyasetçiler bir şekilde Güney’in samimiyetine inanmamış veya bitmek bilmez taleplerine karşı çıkmış, görüşmeler içerisinde Türk toplumunun menfaatlerinin tehlikeye girdiğini gözlemledikleri andan itibaren görüşmeler sürekli tıkanmıştır. Yıllarca dünya, Kıbrıs Türkü’nü “Adadaki çözüme hayır” diyen taraf olarak tanımlamış ama hiçbir zaman Kıbrıs Türk halkının gözü ile olayları ele almamıştır.

Çözüm aranan süreç içerisinde de Güney Kıbrıs siyasetçileri asla adadaki Türklerin endişe veya taleplerini belirli ölçüde dahi karşılayacak girişimlerde bulunmamışlardır.

Yıllarca Birleşmiş Milletler nezdinde süren görüşmeler, Güney’in Avrupa Birliği’ne katılımı ile yön değiştirmiş ve Birleşmiş Milletler süreç yönetimini AB ile birlikte yönetmeye başlamıştır. Sınır komşusu ile problemi olan, adanın ikiye bölünmüşlüğünü hiçe sayıp tek taraflı olarak Güney Kıbrıs’ı Avrupa Birliği’ne alan uluslararası güçler, bugün masada Güney Kıbrıs’ın elini güçlendirmiş ve Türk tarafını tamamı ile hiçe sayarak dünyadan tecrit edilmesinin yolunu açmışlardır.

Yıllarca süren görüşmeler her seferinde boşa çıkmış ve bunun tek suçlusu olarak da tüm dünyaya “Çözüm istemeyen Kıbrıs Türk tarafıdır” diye lanse edilmiştir.

Bir gün sabah, ansızın adadaki sınır kapıları geçişe açıldı… Yıllarca adanın kuzeyinde kantonlarda-askeri kamplarda sefalet içerisinde yaşadıklarına inanılan Türk halkının yarattığı değerler Güney halkı tarafından gözlemlenince ilk şok yaşandı. Çünkü onlara anlatılan hikâye farklıydı…

Ada için yeni bir umut doğdu… Ve Nisan 2004…Annan Planı her ne kadar tam anlamı ile Kıbrıs Türk toplumu tarafından yeterli düzeyde irdelenip-araştırılmamış olsa dahi %70 ile kabul edildi…”Türk tarafı çözüme evet” dedi… Ama Güney aynı oranda hayır deyip; “bu ada bizim, sizinle ne diye paylaşalım” felsefesinden kurtulamadı ve süreci baltaladı!

Başta Avrupa Birliği ve devamında içimizdeki lejyonerleri, suçun aslında Güney’de olmadığını, Annan Planı’nda Güney halkını tatmin edecek değerlerin yer almadığını söylediler… Ve yeni süreç başladı;

yıllar içerisinde Annan Planı masadan kalktı, Güney’in ‘tamam’ diyebileceği tüm istekler karşılanmaya çalışıldı… Ama olmadı… Kendilerini diğer bir ırktan farklı, ayrıcalıklı gören Güney’e kızmıyorum. En azından ne istediklerini çok iyi biliyorlar.

Devamında en önemli toplantı 2016 yılında Montpellier’de yapıldı. “Bu son müzakeredir, artık bu sorun bitirilmeli” felsefesi ile başlayan görüşmeler, ansızın Güney’in bitmek bilmeyen taleplerinin karşılanamaz bir noktaya ulaşmış olması sonucu bir anda durdu. Devamında ise Güney’deki siyasi bir terör örgütü olan ELAM’ın girişimleri ile Güney Meclisi “Enosis”in anılması kararını aldı. Türk tarafı bir anda dejavu yaşadı… O günleri hatırlayanlar, bilenler anlattı… Ama ansızın ortaya yine içimizdeki lejyonerler çıktı ve Güney’i savunmaya başladı… Hiç yüzleri kızarmadan. Hem de hiç… İnanın hayatlarında bir kez bu lejyoner arkadaşlar kendi yaşadıkları devletlerini veya Kıbrıs Türk toplumunun yaşadığı haksızlıkları böylesine savunsalar idi, bu adada belki de çok şey değişirdi.

Lejyoner arkadaşların ortak söylemi; “ELAM’ın önerisi olan Enosis yanlış ama bu grup %3-%5’i temsil ediyor. Bu, tüm Güney’i temsil etmiyor”… Süreç içerisinde ‘Türkiye de gelmese idi biz mutluyduk’ noktasına kadar sürdürdüler. Yetmedi ‘Enosis tezine karşı biz de Taksim istedik’ diyerek saçma sapan bir algı yönetimi ile tarihi hata yapan Güney’i “ezilen-kakılan” noktasına taşıyarak nerde ise özür dilenmesini istediler.

Devamında Sn. Akıncı’nın konu ile ilgili yaptığı net ve kesin açıklamalar hiçbir şeyi değiştirmemiş ancak uluslararası baskı sonrasında Enosis kararı sulandırılarak düzeltilmiş ve aslında hiçbir değişikliğe uğramayan bu karar Kıbrıs Türk tarafının bir zaferiymiş gibi lanse ettirilerek süreç unutturulmuştur.

Bunun üzerine yine o uluslararası güçler devreye girerek her zamanki gibi farklı çıkar noktalarına hizmet eden yeni bir lejyoner gruplar oluşturdular.

Crans Montana’da yine uluslararası güçler “bu son” diye çağrı yapıp, kıvırmaya başladılar. Güney her seferinde adım adım, santim santim kopararak aldığı tavizlerin üzerine daha da koyarak istemeye ve kazanmaya devam ediyor ve edecek de… Adamların en azından bir sabit hedefi var. Dünyaya şirin gözükseler de istediklerini adım adım belirli bir stratejide alıyorlar. Lejyoner arkadaşlar da her şey için Türkiye’yi suçlayıp, bedelini öngöremedikleri ve eşit bir zemine oturmayacak bir anlaşmaya gözleri kapalı evet denmesi için finansörlerinin emirleri doğrultusunda gerekli propagandayı sürdürüyorlar.

Şimdi artık Türkiye de bir noktadan sonra haklı olarak diyecek ki; ‘eğer iki toplum da istiyor ise ben asker çekerim’… Eminim bu lejyoner arkadaşlar tüm adanın güvenliğini sağlayan Türk Ordusu’nun adadan çekilişini, Yunan askerinin İzmir’den denize dökülmesi gibi kutlayacaktır.

Kilisenin bu denli etkin olduğu, %3-%5 faşistin görüşünün Meclis’ten rahatlıkla geçtiği, Türklere nefretini her seferinde kusan, dünyanın desteği ile Türk halkını dize getirmeye, ekonomik-sosyal ve insan haklarını yok etmek isteyen Güney’e her aşamada tam destek vermek adına polemik ve manipülasyon yaratan içimizdeki lejyonerler ve destekçileri şunu bilmeli;

Bu ülkede çözüm herkesin isteği… Ama çözüm size öğretildiği gibi teslimiyet değildir. Keşke lejyoner olarak verdiğiniz bu başarılı çalışmayı, bir kez olsun Türk toplumunun sesini dünyaya duyurmak için vermiş olsaydınız… Ama haklısınız… Onun için yürek ve inanç gerekir ve fiyatı da yoktur…

Siyaset uzun soluklu süreçlerdir… Güç elinizde ise karşınızdaki pes edinceye kadar adım adım stratejinizi uygular, zamana oynar ve kendi emellerinize ulaşmak için birilerinin pes etmesini beklersiniz… Kıbrıs’ta bir dönem Makarios bu adanın ilhakı için Türk gençlerinin göçünü içeren ve zamana yayılan bir politika uyguladı… Buna dayanamayan bazı kesimler bir darbe yaptı ve stratejik süreci yarıda kesip bizlerin gerçekleri görmesini sağladı… Şimdilerde yine az da olsa farklı ama benzer bir organizasyon; masum niyetler ile fonlar dağıtarak kendi çıkarları için kullanmak adına partizan veya gerçek adı ile Lejyoner’ler toplamakta… ve biz yine farkında değiliz. Ta ki bir başkası veya kendi içlerinden biri yine müdahale edene kadar…

Kıbrıs görüşmeleri tamamlanır mı tamamlanmaz mı bilemem ama bizim içimizde bu denli Lejyoner ler olduğu sürece, Güney zamana oynasın yeter. Biz bu kafa ile herşeyi karşılıksız “ÇÖZÜM” adı altında bir 10 yıla kalmaz kendilerine veririz zaten…

Kategori
Etiketler

Henüz mesaj yok

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Kategoriler
Arşivler